Uluslararası ilişkilerde güç yalnız askerî ya da ekonomik unsurlarla ölçülmez. Joseph Nye’nin kavramsallaştırdığı yumuşak güç, bir devletin zorlayıcı araçlar yerine kültür, değer, dil ve sanat üzerinden cazibe yaratarak uluslararası alanda etki kurma kapasitesine işaret eder. Günümüzde Türkiye’nin bu stratejiyi en sistematik biçimde uygulayan kurumlarından biri Yunus Emre Enstitüsü (YEE)’dür. 2007’de kurulan Enstitü, dünyanın farklı bölgelerinde açtığı kültür merkezleri ve yürüttüğü projelerle Türkiye’nin uluslararası imajını güçlendirmeyi, gönüllerde kalıcı bağlar kurmayı hedefler.
2025 yazında bu stratejinin en görünür uygulamalarından biri gerçekleştirildi. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde, Yunus Emre Enstitüsü tarafından düzenlenen uluslararası Türkçe Yaz Okulu, 7–31 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. 69 ülkeden yaklaşık 735 öğrenci bu programa katıldı ve farklı şehirlerde ağırlandı; programın finalinde ise 27–31 Temmuz arasında tüm öğrenciler İstanbul’da buluştu. Benim de katıldığım grup 6–27 Temmuz tarihleri arasında Balıkesir’de eğitim gördü, ardından İstanbul’da dört günlük kültürel programa dâhil oldu.
Balıkesir günleri sabah Türkçe dersleri, öğleden sonra ise kültürel etkinlikler ve gezilerle şekillendi. Dersler Balıkesir Üniversitesi TÖMER hocalarının özverili katkılarıyla işlendi. Bir Azerbaycanlı olarak Türkçeyi zaten bildiğim için, bu program bana dil öğretmekten çok daha fazlasını sundu: Türkiye’nin kültürünü yerinde tanımak, tarihî mekânlarla buluşmak, dünyanın farklı ülkelerinden gelen gençlerle aynı ortamı paylaşmak. Aslında biz yalnızca Türkiye’yi öğrenmedik; aynı zamanda kendi ülkelerimizi temsil ederek birbirimizin kültürünü de keşfettik.
Balıkesir’de düzenlenen atölyeler kültürel diplomasinin en etkili örneklerindendi. Ebru, iğne oyası ve keçecilik gibi geleneksel sanatları deneyimledik; ayrıca Türk kahvesi pişirdik. Yöresel mutfakla tanışma şansımız da oldu: Höşmerim tatlısını tattık, ayrıca Helva-i Hakani ve Kalburabastı yapımını öğrendik. Bu lezzetlerin hazırlanışına katılmak yalnızca bir mutfak faaliyeti değil, Türkiye’nin tarihsel misafirperverliğini ve kültürel hafızasını hissetmemizi sağlayan bir süreçti.
Şehrin müzelerinde Balıkesir’in tarihine tanıklık ettik. Özellikle Karesi Atatürk Evi, Çanakkale Savaşı’nda şehit olan Balıkesirli gençlerin hatırasının hâlâ yaşatıldığını gösteriyordu. Bu mekân, Türkiye’nin millî hafızasını yabancı katılımcılarla paylaşarak yumuşak gücün en derin boyutlarından birine işaret ediyordu. Programın bir diğer önemli anı ise 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü idi. Sabah derslerde bu günün anlamı üzerinde duruldu, akşam düzenlenen anma programında ise bizlere Türk bayrakları hediye edildi. Evime büyük bir Türk bayrağıyla dönmek benim için simgesel olduğu kadar duygusal da bir anlam taşıyordu.
Programın ikinci ayağı olan İstanbul gezisi, Türkiye’nin kültürel diplomasisini küresel vitrine çıkaran bir deneyim oldu. Topkapı Sarayı’nda bir zamanlar Kanuni Sultan Süleyman ve paşaların yürüdüğü koridorlarda dolaşmak, tarihin bugüne nasıl taşındığını hissettirdi. Kapalıçarşı’nın kalabalığı, Mısır Çarşısı’nın baharat kokuları, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin ihtişamı, Dolmabahçe Sarayı’nın zarafeti, Boğaz turunun büyüleyici manzarası; hepsi Türkiye’nin kültürünü cazibe unsuru haline getiren deneyimlerdi. Özellikle Kız Kulesi ziyareti benim için ayrı bir anlam taşıdı. Bu simgeyi gördüğümde hemen Bakü’deki Qız Qalası aklıma geldi; iki ülkenin paylaştığı bu ortak sembol, Türkiye ile Azerbaycan arasında yalnızca siyasi değil, kültürel bir kardeşliğin de bulunduğunu hissettirdi.
Yaz okulunun finali 30 Temmuz’da İstanbul’daki Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı. Dünyanın dört bir yanından gelen öğrenciler kendi geleneksel kıyafetleriyle törene katıldılar. Ben de yanımda getirdiğim Azerbaycan bayrağını omuzlarımda taşıdım. Bayrağı gören öğrencilerin “Azerbaycan!” diye seslenmesi benim için gurur verici bir andı; bu durum aynı zamanda Türkiye’nin yumuşak gücünün karşılıklı aidiyet duygusu yaratabilme kapasitesini de gözler önüne seriyordu. Tören, Emre Altuğ’un şarkılarıyla sona erdi; resmi konuşmalar kadar müzik, dans ve paylaşılan sevinçler de diplomatik bağların parçası haline geldi.
Sonuç olarak, 2025 Türkçe Yaz Okulu programı Türkiye’nin yumuşak güç stratejisinin sahadaki en canlı uygulamalarından biridir. Program, yalnızca dil öğretmeyi değil, kültürü, tarihi, gündelik yaşamı ve millî hafızayı paylaşmayı amaçlamıştır. Bu yönüyle Yunus Emre Enstitüsü’nün yürüttüğü faaliyetler, Türkiye’nin kültürel diplomasisinin başarısını ortaya koymaktadır. Benim bir katılımcı olarak yaşadıklarım da gösteriyor ki, Türkiye’nin cazibesi yalnızca anlatılanlarda değil, bizzat deneyimlenenlerde gizlidir. Yumuşak gücün özü de tam olarak budur: zorlamadan, hissettirerek ve gönüllere dokunarak etki yaratmak.
Gövher Merdanova


İlk yorum yapan siz olun