Kıbrıs, stratejik konumu, tarihi geçmişi ve etnik yapısı nedeniyle hem bölgesel hem de küresel düzeyde önem taşıyan bir adadır. Türkiye’nin temel dış politika konularından biri olan Kıbrıs meselesi, Türk dış politikasında son derece önemli ve belirleyici bir yere sahiptir. Türkiye’nin 1950’li yıllardan itibaren Kıbrıs meselesine doğrudan müdahil olmuştur. Bu durum Türkiye’nin hem bölgesel ilişkilerini hem de uluslararası ilişkilerini derinden etkilemiştir. 1974’te Türkiye’nin gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı, dış politika gündeminde kalıcı bir yer edinmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin Kıbrıs politikası, sadece adaya dair bir mesele değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz, AB, NATO ve Yunanistan gibi çok katmanlı ilişkileri de içine alan bir dış politika konusu hâline gelmiştir.
TARİHSEL BAĞLAM
1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilen Kıbrıs, 1878’de yönetimi İngiltere’ye bırakılmış; 1914’te İngiltere tarafından tek taraflı olarak ilhak edilmiştir. Türkiye, 1923 Lozan Antlaşması’yla bu durumu tanımıştır. 1930’lardan itibaren Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’a bağlanma hedefiyle hareket etmeye başlamış, 1955’te kurulan EOKA terör örgütüyle şiddet olayları artmıştır. Türkler bu süreçte bölünme fikrini savunmaya başlamışlardır.
1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile iki toplumlu “Kıbrıs Cumhuriyeti” 1960’ta kurulmuştur. Ancak Rumlar, Türkleri dışlayarak devleti ele geçirmeye çalışmış ve 1963’te “Kanlı Noel” saldırılarını başlatmışlardır. Bu olaylar sonucunda Türkler 103 köyü terk etmiş, Kıbrıs fiilen ikiye bölünmüştür.
1964’te BM Barış Gücü adaya konuşlandırılmış, Rumlar ve Yunanistan adayı tek taraflı kontrol altına almıştır. 1974’te Yunan destekli darbe sonrası Türkiye, garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz’da Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir. Böylece ENOSİS engellenmiş, Türklerin güvenliği sağlanmıştır.
1975’te nüfus mübadelesiyle iki toplum ayrı bölgelerde yaşamaya başlamıştır. Bugün Kıbrıs, Kuzeyde Türklerin kurduğu KKTC ve güneyde Rum yönetimi olmak üzere fiilen ikiye bölünmüştür. Kıbrıs Türk tarafı tüm çözüm girişimlerine olumlu yaklaşsa da Rum tarafı ortak yönetimi kabul etmemiştir. Kıbrıs sorunu hâlen çözülmeyi bekleyen uluslararası bir mesele olarak varlığını sürdürmektedir (T.C. Dışişleri Bakanlığı Websitesi).
TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİ
Kıbrıs Sorunu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki en temel problemlerden biridir ve tarih boyunca süregelmiştir. Adanın stratejik konumu, Ortadoğu petrollerine yakınlığı ve üç kıtanın kesişim noktasında yer alması onu önemli kılmaktadır. Yunanistan’ın ENOSİS ideali doğrultusunda Kıbrıs’ı ilhak etme arzusu, EOKA terör örgütünü desteklemesi ve Rumları kışkırtması Türkiye ile ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Bu durum, sorunun esasen Kıbrıs’tan ziyade Yunan yayılmacılığı ve milliyetçiliğinden kaynaklandığını göstermektedir. Yunanistan Kıbrıs’ın Helen toprağı olmadığını kabul etmedikçe adada kalıcı barış ve Türk-Yunan ilişkilerinde düzelme sağlanamayacaktır.
Yunanistan, tarihsel süreçte özellikle “Megali İdea” doğrultusunda yayılmacı bir dış politika izlemiştir. Bu hedef doğrultusunda, “Enosis” Yunan ulusal politikası hâline getirilmiştir. Yunanistan, Megali İdea’nın bir parçası olarak Kıbrıs’ı kendi topraklarına katma arzusunu daima gündeminde tutmuş ve adayı bir “Helen toprağı” olarak görmüştür. Bu çerçevede Kıbrıs’taki Rum halkı zaman zaman kışkırtılmış; bu da sorunun yalnızca Türk-Rum etnik çatışmasından ziyade, Yunan yayılmacılığı ve milliyetçiliğinin bir yansıması olduğunu ortaya koymuştur. Bu bağlamda adada kalıcı bir çözüm, Yunanistan’ın müdahaleci politikalarından vazgeçmesi ve Kıbrıs’taki iki halkın siyasi eşitliğinin kabul edilmesiyle mümkün olabilecektir.
Türkiye ise 1950’li yıllara kadar Kıbrıs meselesine yeterli ilgiyi göstermemiştir. Oysa aynı dönemde Yunanistan, Kıbrıs’ı dış politika öncelikleri arasında üst sıralarda tutmuştur. Ancak 1950’li yıllardan itibaren Türkiye açısından Kıbrıs, dış politikanın ana gündem maddelerinden biri hâline gelmiştir. 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrasında ise, 2004 yılına kadar süren süreç büyük oranda Rauf Denktaş’ın politikaları çerçevesinde şekillenmiştir. Adada uzun yıllardır devam eden çözümsüzlük, her iki toplum açısından da çeşitli maddi ve manevi sorunlara yol açmıştır. Özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), uzun süredir devam eden uluslararası izolasyonlardan ciddi şekilde etkilenmiştir. Siyasi, ekonomik, kültürel ve sportif alanlarda uygulanan bu dışlayıcı politikaların hukuki bir temele dayanmaması, uluslararası hukuk açısından da tartışmalı bir durum yaratmaktadır. KKTC’ye uygulanan ambargo ve izolasyonların ekonomik maliyeti oldukça yüksek olmuş; bu durum, Kıbrıs Türk toplumu açısından yıpratıcı bir sürece neden olmuştur.
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik olarak önerilen federal modellerin, adada yaşayan iki ayrı halkın siyasi gerçekliğini yansıtmadığı düşünülmektedir. Bu nedenle, iki ayrı egemen devlete dayanan konfederal bir çözüm modeli daha gerçekçi bir alternatif olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu modelin uygulanabilirliği, Batılı güçlerin –özellikle ABD ve Avrupa Birliği– yanı sıra Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki etkisinden vazgeçmesine bağlıdır (Çeliktaş, 2013: 28-29).
NATO VE ABD İLE İLİŞKİLER
İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan çift kutuplu uluslararası sistemde Türkiye, dış politika tercihini Batı Bloku’ndan yana kullanarak 1952 yılında NATO’ya üye olmuş ve bu doğrultuda ABD ile yakın ilişkiler kurmuştur. Türkiye’nin ABD ile geliştirdiği siyasi ve ekonomik ilişkiler, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı temkinli yaklaşmasına ve Kıbrıs meselesinde Rum tarafını desteklemesine neden olmuştur. Sovyetler Birliği açısından Kıbrıs, tarihsel yayılmacı politikanın bir parçası olarak stratejik önem taşımış, bu nedenle bölgeye yönelik ilgisini artırmıştır.
1960’ta gerçekleşen askeri darbe, Türkiye’nin iç politikasında önemli bir kırılmaya yol açmış olsa da ABD ile olan ilişkiler büyük ölçüde korunmuş, hatta bazı iddialara göre ABD’nin darbe sürecinde dolaylı etkisi olmuştur. Ancak 1964 yılında ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından gönderilen ve tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen belge, Türkiye-ABD ilişkilerinde ilk büyük kırılma noktası olmuş; bu olay, kamuoyunda anti-Amerikan söylemlerin artmasına ve Türkiye’nin dış politikasını çok boyutlu bir eksene kaydırmasına zemin hazırlamıştır.
1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye, özellikle Kıbrıs meselesi bağlamında yalnız kalmış, bu süreçte Sovyetler Birliği ile ekonomik ve diplomatik ilişkilerini normalleştirmeye başlamıştır. Bununla birlikte Türkiye, Doğu Bloku ile yakınlaşırken NATO üyeliğini sürdürmüş ve Batı ile ilişkilerini tamamen koparmamıştır. Zürih ve Londra Antlaşmaları ile Kıbrıs’ta Türk tarafının yönetime katılımı sağlanmış, bu gelişmeler Türk dış politikası açısından bir başarı olarak değerlendirilmiştir.
1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye’nin garantörlük haklarını kullanarak gerçekleştirdiği meşru bir müdahale olarak değerlendirilmişse de Batılı devletler tarafından işgal olarak nitelendirilmiş ve bu durum Türkiye’ye karşı çeşitli eleştirilerin gündeme gelmesine neden olmuştur. Harekât sonrasında ABD tarafından Türkiye’ye silah ambargosu uygulanmış, bu ise Türkiye’nin tek taraflı dış politika bağımlılığının askeri ve stratejik sonuçlarını gözler önüne sermiştir.
Bu süreç sonucunda Türkiye, dış politikasında daha bağımsız, çok yönlü ve ulusal çıkar odaklı bir strateji benimsemiş; ABD ve NATO’ya dayalı tek kutuplu dış politika anlayışından uzaklaşarak alternatif iş birlikleri geliştirme arayışına yönelmiştir. Kıbrıs meselesi, bu dönüşüm sürecinde belirleyici bir etken olmuş, Türkiye’nin dış politika vizyonunun yeniden şekillenmesine neden olmuştur (Derman& Kurban, 2016: 473-475).
AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNE ETKİLER
Kıbrıs’ın güneyindeki Rum Yönetimi, 1990 yılında Kıbrıs’ın tamamını temsilen Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ancak bu başvuru, Kıbrıs’taki tarihî, sosyolojik ve hukuki gerçeklere aykırıdır; çünkü Rumların Kıbrıs’ı tek başına temsil etme yetkisi bulunmamaktadır. Türkiye’nin itirazlarına rağmen AB bu başvuruyu kabul etmiş ve süreci başlatmıştır.
1995’te Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği görüşmeleri sırasında, Yunanistan ve AB Türkiye’deki siyasi zafiyetlerden faydalanarak Gümrük Birliği’ni, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki itirazlarını geri çekmesi şartına bağlamıştır. Bu gelişme, Kıbrıs meselesini Türkiye’nin AB ile ilişkilerine bağlayan bir sürecin başlangıcı olmuştur.
2004 yılında Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adına AB üyesi yapılmış ve bu durum Kıbrıs sorununu daha karmaşık hale getirmiştir. Türkiye’nin AB üyeliğini dış politika hedefi haline getirmesi ise ülkeyi Ya Kıbrıs’ta Rumların lehine dolaylı bir birleşmeyi kabul edip AB yolunda ilerlemek ya da AB üyeliği hedefinden vazgeçmek ikilemine sürüklemiştir.
Kıbrıs Sorununun bugün Türkiye’nin AB üyeliği önünde bir engel haline gelmesinin temeli, 1981 yılında Yunanistan’ın Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üye olmasıyla atılmıştır. Bu tarihe kadar AET, Türkiye ve Yunanistan arasında denge gözetmeye özen göstermekteydi. Ancak Türkiye’nin yeterli diplomatik girişimde bulunmaması sonucu, Yunanistan tek başına üyelik sürecini başlatmış ve bu denge bozulmuştur.
Yunanistan’ın üyeliğiyle birlikte AB karar alma süreçlerine dahil olması, Türkiye’nin aleyhine bir ortam yaratmış ve AB içinde Yunanistan’ın etkisi artmıştır. Bu süreçte ikinci önemli gelişme ise Türkiye’nin 1987’de AT’ye tam üyelik başvurusu yapmasıdır. Bu başvuruyla Türkiye, AB üyeliğini dış politikasında öncelikli bir hedef haline getirmiştir. Her ne kadar Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye üyelik perspektifi tanınmış olsa da, Türkiye’nin üyeliği sağlayacak stratejik adımlarda yetersiz kaldığı belirtilmektedir.
Sonuç olarak, Kıbrıs Sorununun Türkiye-AB ilişkilerine entegre olmasında hem Yunanistan’ın üyeliği hem de Türkiye’nin başvurusu belirleyici olmuştur. Ancak bu süreci asıl kritik hale getiren, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB’ye üye yapılmasıdır. Bu adım, AB’yi Kıbrıs konusunda taraf haline getirmiş ve sorunun çözümünü daha da zorlaştırmıştır. (Mor, 2008: 983-988).
AB, 1990 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı üyelik başvurusunu işleme alarak, Kıbrıs Sorununda çözüm üretme şansını kaybetmiştir. Oysa AB, 1959/60 anlaşmalarıyla da teyit edilen çok taraflı yapıyı dikkate alarak, Rumları Türklerle birlikte ortak bir üyelik başvurusuna teşvik edebilirdi. Bu yaklaşım, AB’ye hem adadaki taraflara eşit mesafede durma fırsatı verecek, hem de kalıcı çözümün önünü açabilecekti. Ancak AB, bu vizyoner tavrı sergilemek yerine, Rumların başvurusunu kabul ederek sorunun tarafı haline gelmiştir.
1990’lardan itibaren AB, Türkiye’nin tam üyelik sürecinde farklı fırsatları değerlendirme şansı elde etmiştir. 1987’de Türkiye’nin üyelik başvurusu ve ardından gelen gelişmeler, AB’yi çözüm üretmede daha etkin bir pozisyona taşıyabilirdi. Ancak AB, bu fırsatları değerlendirememiş ve özellikle 1999 Helsinki Zirvesi’nde Rumlara, “Kıbrıs Sorunu çözülmese de üye olabilirsiniz” mesajı vererek süreci daha da karmaşık hale getirmiştir.
Aynı zamanda AB, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla hızlanan küresel sistem dönüşümüne güçlü refleksler vermiş, Maastricht, Amsterdam, Nice, Lizbon gibi anlaşmalarla derinleşme ve genişleme süreçlerini hızlandırmıştır. 2004’te Roma’da imzalanan AB Anayasası da AB’nin, 21. yüzyılda küresel bir aktör olma hedefini ortaya koymuştur. Ancak bu hedefin gerçekleşmesi için gereken stratejik vizyon ve siyasal kararlılık bakımından ciddi zafiyetler bulunmaktadır.
Küreselleşmenin etkisiyle artık yerel sorunlar bile küresel sonuçlar doğurmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin zayıflayan küresel liderliği karşısında AB’nin daha etkin bir rol üstlenmesi beklenirken, AB’nin vizyonsuzluk nedeniyle bu rolü yerine getiremediği vurgulanmaktadır. Ekonomik gücüne rağmen, ortak savunma ve dış politika alanlarında yeterli stratejik yetkinliğe ulaşamayan AB, özellikle Türkiye ile olan ilişkilerinde bu zaaflarını açıkça göstermektedir (Mor, 2008: 1021-1024).
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Kıbrıs Sorunu, yalnızca iki toplum arasında yaşanan etnik bir anlaşmazlık değil; Türkiye’nin dış politikasında derin ve çok katmanlı etkiler yaratan, stratejik ve jeopolitik yönleri ağır basan bir meseledir. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinden NATO ve ABD ile olan stratejik ortaklıklara, Avrupa Birliği ile yürütülen üyelik sürecinden Doğu Akdeniz’deki enerji politikalarına kadar birçok alanda belirleyici rol oynamaktadır.
Tarihsel süreçte Rum-Yunan ikilisinin ENOSİS hedefi doğrultusunda izlediği politikalar, Kıbrıs Türklerinin güvenliğini tehdit etmiş; bu durum Türkiye’yi garantörlük yükümlülükleri doğrultusunda 1974 Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmeye sevk etmiştir. Ancak bu müdahale, Batı dünyasında Türkiye’nin dış politikada yalnızlaşmasına, ABD ile ilişkilerde kırılmalara ve AB sürecinde siyasi baskılara yol açmıştır.
Türkiye açısından Kıbrıs, yalnızca tarihî ve millî bir dava değil, aynı zamanda bölgesel güç dengesinin korunması, Doğu Akdeniz’deki jeostratejik çıkarların savunulması ve uluslararası hukuk temelinde meşruiyet mücadelesidir. Ancak gelinen noktada, sorunun çözümü hâlâ mümkün olamamış; Rum kesiminin tek taraflı AB üyeliği gibi gelişmeler meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir.
Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm için öncelikle tarafların siyasi eşitliğini tanıyan, iki ayrı halkın iradesine dayalı adil ve sürdürülebilir bir model geliştirilmesi gerekmektedir. Uluslararası aktörlerin tarafsız ve yapıcı bir rol üstlenmesi, çözümün önündeki engellerin kaldırılmasında önemli olacaktır. Türkiye’nin çok boyutlu ve ilkeli dış politikası bu süreçte hem Kıbrıs Türklerinin haklarını koruma hem de bölgesel istikrarın sağlanması açısından kilit bir öneme sahiptir.
Zeynep BÜLBÜL
KAYNAKÇA
T.C. Dışişleri Bakanlığı Websitesi, https://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa Erişim: 22.05.2025
Mor, H. (2008). Kıbrıs Sorununun Türkiye-AB İlişkilerine Endekslenmesi Süreci. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12(1), 983-1026. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/789747
Çeliktaş, Y. (2013). Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu. Academia Websitesi. https://www.academia.edu/5349509/T%C3%BCrkiye_Yunanistan_%C4%B0li%C5%9Fkilerinde_K%C4%B1br%C4%B1s_SorunuErişim: 23.05.2025
Saynur Derman, G. ve Kurban, V. “KIBRIS SORUNUNUN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ VE ABD-SSCB İLE İLİŞKİLER”. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi 16, sy. 33 (Ocak 2017): 455-84. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/473775
İlk yorum yapan siz olun